Hem Serinleyin, Hem de Enerji Tasarrufu Yapın

EÄŸer bu sıcak havalarda vantilatör ile serinlemeye çalışıyorsanız baÅŸtan söyleyeyim: BoÅŸuna uÄŸraşıyorsunuz. Sıcak havayı bir noktadan diÄŸerine taşımak, serinlemenizi saÄŸlamıyor ve vantilatörler de tam olarak bu ÅŸekilde çalışıyor. Gelin gerçekçi olalım: Hava sıcaklığının zaman zaman 40 dereceyi aÅŸtığı bu aylarda, serinlemek için klima dışında bir seçeneÄŸiniz yok. Ancak klima satın almak o kadar kolay bir iÅŸ deÄŸil: Hem enerji tasarruflu, hem uzun ömürlü ve hem de yaygın bir servis ağına sahip olmalı. Servis ağı özellikle önemli, yoksa hem montaj, hem de bakım için epey bir beklemek zorunda kalıyorsunuz! Piyasadaki klima modellerine bakın: Tüm bu özelliklere sahip olanların sayısının çok az olduÄŸunu, onların da fiyatlarının neredeyse bir servet düzeyine yaklaÅŸtığını göreceksiniz. Neyse ki UÄŸur SoÄŸutma’ya ait UIS 18 klima modeli, her bakımdan mükemmel bir seçenek olmayı baÅŸarıyor.

UIS 18’in bu denli iyi bir seçenek olmasının ilk nedeni, enerji tasarrufu. Hem A++ enerji sınıfına giren ve hem de inverter teknolojisini kullanan klima modellerinin sayısı oldukça azdır. UIS 18 ise, bu teknolojileri bütçeyi zorlamayacak fiyatlar ile sunuyor. Inverter teknolojisi sadece enerji tasarrufu deÄŸil, kullanım ömrünü de uzatıyor. Zira klima kompresörü, bu sayede yalnızca gerektiÄŸi zaman çalışıyor. Yenilikçi teknolojilerin kullanılması sayesinde, UIS 18 bekleme modundayken yalnızca 1W elektrik harcıyor. Bu inanılmaz bir oran, zira neredeyse %80 oranında bir enerji tasarrufu yaptığınız anlamına geliyor.

Yenilikçi teknolojiler sadece inverter sistemi ile sınırlı deÄŸil: Akıllı soÄŸuk hava üfleme özelliÄŸi, ortam sıcaklığını yavaÅŸ ve doÄŸal bir ÅŸekilde istenen dereceye getiriyor. Follow Me özelliÄŸi, kumandanın bulunduÄŸu bölgeye göre ısıtma ve soÄŸutma yapabilmesin saÄŸlıyor. İyonizer ve bio-filtre özellikleri sayesinde de, sadece serin deÄŸil, temiz bir havaya sahip olabiliyorsunuz. Elektrik kesintilerini de dert etmeyin: UIS 18, enerji geldiÄŸinde otomatik yeniden baÅŸlama özelliÄŸi sayesinde size iÅŸ düÅŸmeden her ÅŸeyi otomatik olarak hallediyor. Farklı BTU seçenekleri mevcut olduÄŸu için, size en uygun olan modeli UÄŸur SoÄŸutma yetkili servisleri aracılığı ile tespit etmenizi tavsiye ederim. Daha sonra, https://satis.ugur.com.tr adresinden uygun fiyatlar ve 12 taksit avantajıyla sipariÅŸinizi hemen verebilirsiniz.

                                     

Bir boomads advertorial içeriğidir.

LYS///İLK RESMİ GAZETE---

Takvimi Vakayi

LYS///--İLK DİVAN ŞAİRİ////

----Hoca Dehhani----13.yy

Nedim

Malumdur Benim Sühanım Mahlas İstemez..//NEDİM//

Yakup Kadri Karaosmanoğlu - Yaban (Roman Özeti)

Eserin Adı: Yaban

Yazarı: Yakup Kadri KaraosmanoÄŸlu
Yayımlandığı yer ve tarih:  Ä°letiÅŸim Yayınevi, İstanbul, 2012
Konusu: Romanda kurtuluÅŸ savaşı sırasında cephede kolunu kaybetmiÅŸ bir subayla, askerliÄŸi yeni bitmiÅŸ bir askerin köyünde geçen olaylar anlatılmaktadır. Asıl konu halkla aydınlar arasındaki çatışmadır.
KiÅŸiler:
Ahmet Celal: İçi vatan aşkıyla dolu, köylülerin cahilliğini ortadan kaldırmak için didinen, köy hayatına alışık olmayan eski bir subay.
Salih Ağa: Sinsi bir kişiliğe sahiptir. Kendi çıkarları doğrultusunda hareket eder.


Mehmet Ali’nin annesi: Kendisini topraÄŸa adamış, cahil, hiçbir ÅŸeyden habersiz ve baÅŸkalarının sözünü dinlemektedir.
Bekir Çavuş: Askerlik yaptığından dolayı olayların kısmen farkındadır. Bulunduğu ortam itibariyle bildiklerini aktarmaktan çekinmektedir.
Emine: Köyde yaşayan, köylüye tepeden bakan aydınlardan rahatsız olduğunu hissettiren, güzel bir köylü kızıdır
Emeti Kadın: Fedakâr bir köylü kadınıdır.
Romanın Özeti:
     SaÄŸ kolunu Birinci Dünya Savaşı’nda kaybeden Yedek Subay Ahmet Celâl, emir eri Mehmet Ali’nin daveti üzerine, İstanbul’dan ayrılır. Mehmet Ali’nin Haymana Ovası’nda Porsuk Çayı kenarındaki köyüne gider. İstanbul’un iÅŸgal edilmesine dayanamayan Ahmet Celâl, rahat bir nefes almak için bu yolculuÄŸa çıkmıştır. Ahmet Celâl, köye vardığı ilk andan itibaren gördükleri ve yaÅŸadıkları karşısında tam anlamıyla bir hayal kırıklığına uÄŸrar. Köylülerle kaynaÅŸmaya çalışır, onlara Mustafa Kemal’in önderliÄŸinde verilen kurtuluÅŸ mücadelesini anlatır. Bu heyecanlı konuÅŸmalar köylülerin kalplerinde en ufak bir heyecan yaratmaz. Köylüler, Ahmet Celâl’in düşüncelerine katılmazlar.
     Mehmet Ali, dört yıllık bir askerlikten sonra köyüne dönmüş, köyüne döner dönmez de eski kiÅŸiliÄŸine bürünmüştür. Kendisini yeniden askere çağırmalarından korkar. Salih AÄŸa, köyün zenginlerindendir; ancak bir dilenciden farkı yoktur. Kışın en soÄŸuk günlerinde dahi çorap giymez. Köylüler üzerinde güçlü bir nüfuzu vardır. Bekir ÇavuÅŸ, yirmi üç yıl askerlik yapmış, pek çok cephede savaÅŸmıştır. Mehmet Ali, köye geliÅŸinin ikinci ayında yakın köylerden bir kızla evlenir; bu, Mehmet Ali’nin üçüncü evliliÄŸidir. Heyecandan uzak, keyifsiz bir düğün yapılır.
     Ahmet Celâl, okumuÅŸ aydın bir insan olarak köyde kendisini çok yalnız hisseder. Köylüler Ahmet Celâl’i “yaban” olarak görürler. Çünkü o, dışarıdan gelmiÅŸtir, bir yabancıdır. OkumuÅŸ bir İstanbul insanı ile cahil Anadolu köylüsü arasındaki uçurumu gören Ahmet Celâl’in yüreÄŸi burkulur. Ahmet Celâl köye ve köylülere alışmak için çaba gösterir, öte yanda aklı Mehmetçiklerin düşmana karşı verdiÄŸi mücadelededir. Gazetelerden Birinci İnönü zaferini öğrenir, günlerce çocuklar gibi sevinir, önüne gelen herkese heyecanla bu zaferden bahseder. Sevincini birileriyle paylaÅŸmak ister. Köyün muhtarı, Mustafa Kemal’in çıkmaz bir yola girdiÄŸini, padiÅŸaha karşı geldiÄŸini, padiÅŸahın düşmanla barış imzaladığını, ancak Mustafa Kemal’in düşmanı kızdırdığını söyler. Mehmet Ali’nin derdi ise yeniden askere çaÄŸrılma ihtimalidir. Ahmet Celâl, vatan savunması konusunda bu derece duyarsız ve cahil köylüler karşısında ne yapacağını ÅŸaşırır, derin bir ümitsizliÄŸe kapılır. Anadolu köylüsüne olan öfkesi, nefreti bir kat daha artar.
     Gökyüzünde beyaz bulut kümelerinin olduÄŸu bir nisan günü Ahmet Celâl, nereye gittiÄŸini bilmeden yürümeye baÅŸlar; öfke duyduÄŸu bu insanlardan kaçıp uzaklaÅŸmak, İstanbul’a varmak ister. Karmaşık duygular içinde yürürken, Mehmet Ali’nin köyüne iki üç saatlik bir mesafede, kavak aÄŸaçları arasında, küçük bir dere kenarında yeÅŸil gözlü, beyaz diÅŸli genç ve güzel bir kızın kendisine gülümsediÄŸini görür. Kız, aÄŸaçlardan birinin arkasına saklanır. Ahmet Celâl, genç kızı ürkütüp kaçırmak istemez. Hangi köyden olduÄŸunu sorar, yakın bir köyden olduÄŸunu öğrenir. Kızı korkutmamak için yoluna devam eder. O günden sonra Ahmet Celâl, sıkıntılarından kurtulduÄŸunu, hafiflediÄŸini hisseder. Genç kız, çirkinliklerle dolu bu köyde Ahmet Celâl için bir yaÅŸam kaynağı, taze bir nefes olur. Otuzunu aÅŸmış olan Ahmet Celâl, bu kıza âşık olduÄŸunu anlar.
     Åžeyh Yusuf’un köye gelmesiyle köylüleri büyük bir heyecan ve sevinç kaplar. Ahmet Celâl, köylüler üzerinde böylesine etkili olan bu adamla tanışmak ister. Mehmet Ali, ÅŸeyhin hastalara okuyup üflediÄŸini, köylülere öğütler verdiÄŸini söyler. Ahmet Celâl, ÅŸeyhin yanına gider. Åžeyh Yusuf, Ahmet Celâl’i tersler. Bunun üzerine Ahmet Celâl, ÅŸeyhi hakaret dolu sözlerle azarlar. Åžeyh Yusuf, o sene köyü alışılagelenden erken ve köylülerden aldığı hediyelerin yükü altında sendeleye sendeleye terk eder.
     Köyde Cennet adında, kocası Süleyman’ı baÅŸka erkeklerle aldatan bir kadın vardır. Süleyman, âdeta bir çocuk gibidir; elinden pek bir iÅŸ gelmez, cılız bir adamdır. Bazen karısından dayak yediÄŸi bile olur. Köylüler Cennet’i yabancı bir erkekle yakalarlar, taÅŸla sopalarla saldırırlar. Cennet, bu adamın yabancı olmadığını, bir akrabası olduÄŸunu söyler. Ne köylüler ne de Süleyman, Cennet’e karışabilir.
     Mehmet Ali’yi yeniden askere çağırırlar. Zeynep Kadın, tam iÅŸ zamanı oÄŸlu elinden alındığı için üzüntüsünden kahrolur. Ahmet Celâl emir eri Mehmet Ali’nin gidiÅŸinden sonra köyde büsbütün yalnız kalır.
     Cennet, asker kaçağı bir adamı evine alır. Süleyman buna karşı çıkacak olur, ancak adam dayakla, Cennet de bırakıp gitmekle tehdit eder. Süleyman, üzüntüsünden geceleri gizli gizli aÄŸlar. Köylüler bu duruma daha fazla seyirci kalamaz. Bir gece imamla beraber Süleyman’ın kapısına dayanırlar. Kapıyı kırıp içeri girerler. Ertesi gün Cennet’le yanındaki adam, sabahleyin erkenden köyü terk ederler. Zavallı Süleyman, karısının yaptığı onca ahlâksızlığa raÄŸmen, kara sevdaya düşen bir âşık gibi karısının ardından günlerce aÄŸlar.
     Ahmet Celâl’in içini tatlı bir heyecan kaplamıştır artık. Gönlünü çalan köylü kızını görebilmek umuduyla sık sık, kavak aÄŸaçlarının bulunduÄŸu dere kenarına gider. Bir gün köylü kızını dere kenarında çamaşır yıkarken görür. Köylü kızı, bir yabanî geyik gibi kaçmaya baÅŸlar, aÄŸaçların arkasına saklanır. Ahmet Celâl, kendisinden korkmamasını, kimseye bir zararının dokunmayacağını söyler.
     Salih AÄŸa, Zeynep Kadın’ın tarlasını elinden alır. Ahmet Celâl buna karşı çıkar. Salih AÄŸa ile Ahmet Celâl arasında bir düşmanlık baÅŸlar.
     Ahmet Celâl, İstanbul’un en muhteÅŸem konaklarından birinde doÄŸup yetiÅŸmiÅŸ, türlü hayal iklimlerinde dolaÅŸtıktan sonra tek kolunu kaybetmiÅŸ olarak bu köye düşmüş, otuz iki yaşında emekli bir askerdir. Ahmet Celâl, köylüleri anlamaya, onlardan biri olmaya çalışır. Ancak ne yapsa boÅŸunadır. YetiÅŸtiÄŸi ortam, okuduÄŸu kitaplar, aldığı eÄŸitim, onun içine sinmiÅŸtir. Tüm bunlardan sıyrılıp bir köylü gibi düşünmek, bir köylü gibi yaÅŸamak mümkün deÄŸildir.
     Ara sıra köyden, cepheye cephane taşıyan kafileler geçer. Açlıktan kemikleri çıkmış mandaların taşıdığı kaÄŸnıların gacırtısı Ahmet Celâl’in yüreÄŸini daÄŸlar. Her türlü zorluÄŸa, yokluÄŸa, sıkıntıya raÄŸmen yine de ümitlidir Ahmet Celâl.
     Mehmet Ali’nin kardeÅŸi İsmail, her geçen gün biraz daha huysuzlaşır. Hiçbir iÅŸe el atmaz, saatlerce ortalıktan kaybolur. Annesinin sözünü dinlemez. Ahmet Celâl’in sigaralarını çalar. Ahmet Celâl, adını bilmediÄŸi köylü kızını görmek umuduyla ne zaman yola koyulsa İsmail’e rastlar. Bir gün İsmail’le bu durumu konuÅŸur. İsmail, sevdiÄŸi kızın bu köyde olduÄŸunu söyler, hem de kızın kendisini tanıdığını, “Kolu yok bir herif buraya gelir. O, senin aÄŸan mı?” diye sorduÄŸunu söyler. Ahmet Celâl, günlerdir kalbinde tatlı bir heyecan yaÅŸatan, yeÅŸil gözlü, beyaz diÅŸli köylü kızının kendisinden bu ÅŸekilde söz etmesine üzülür. Kesik olan kolu zonklamaya baÅŸlar. Ahmet Celâl’i derin bir hüzün kaplar. Güzeller güzeli köylü kızı Emine’yi, bücür İsmail’e kaptırmış olmayı hazmedemez. Köylü kızının kendisi dururken, İsmail’i sevmesine bir anlam veremez. Zeynep Kadın, oÄŸlunun baldırı çıplak bir kızla evlenmesine karşı çıkar. Bu durum Ahmet Celâl’in hoÅŸuna gider. Åžayet Emine ile evlenecek olursa kendi eliyle askere götüreceÄŸini söyleyerek İsmail’in gözünü korkutur.
     Ä°smail günden güne huysuzlaşır. Ahmet Celâl, kendisine baÅŸka bir ev bulmak ister. Bekir ÇavuÅŸ, depo olarak kullandığı bir evini ona verir. Ahmet Celâl, eve biraz bakım yaptırır ve taşınır. Süleyman da yanında kalır. Bir gece muhtar, bir gazete getirir. Ahmet Celâl, İkinci İnönü zaferini okuyunca yüreÄŸi aÄŸzına gelir. Sevincini paylaÅŸacak birilerini arar, fakat yanında Süleyman’dan baÅŸkası yoktur. Sevincini içinde yaÅŸar. Ahmet Celâl’in bedeni köydedir, fakat zihni kalbi Mustafa Kemal’in askerleriyle birlikte cephededir. Cepheden gelen en küçük haber, Ahmet Celâl’in iç dünyasında fırtınalar koparır. Gazetelerde ordunun genel bir taarruz hazırlığında olduÄŸu yazılıdır. Ahmet Celâl bu sıkıntılı günlerin yakın bir gelecekte sona ereceÄŸine, düşmanın bu topraklardan atılacağına yürekten inanmaktadır.
     Ahmet Celâl, yeÅŸil gözlü köylü kızını bir türlü unutamaz. Emine’yi halasından istemeye karar verir. Bu niyetle Emine’nin köyüne gider, fakat cesaret edemez, geri döner. Dönmesine döner, ama içindeki duyguyu bastıramaz. Bir gün, Bekir ÇavuÅŸ’a içini döker, ondan Emine konusunda yardım ister. Bekir ÇavuÅŸ, karısını gönderir. Ahmet Celâl, heyecanlı bir bekleyiÅŸ sürecine girer. Birkaç gün sonra Bekir ÇavuÅŸ, kızın kabul etmediÄŸini, “Elin yabanına ben varmam.” dediÄŸini söyler. Ahmet Celâl’in gönül dünyası bir anda kapkaranlık olur. Bu köyde onu, yaÅŸama baÄŸlayan tek güzellik, Emine’dir. Ona kavuÅŸma ihtimali ortadan kalkınca, hayatın tadı kaçar. Odasından dışarı çıkmaz. Süleyman’a bağırır. Süleyman küsüp evi terk eder, köyün mescidinde kalmaya baÅŸlar. Ahmet Celâl, ıssız bir odada tek başına kalır. Issız bir Anadolu bozkırında kendisini yapayalnız hisseder.
     Ahmet Celâl, Anadolu halkının bu derece cahil kalmışlığının, vatan savunması konusundaki duyarsızlığının sorumlusu olarak Türk aydınını gösterir.
     Süleyman gittikten sonra Emeti Kadın adındaki yaÅŸlı bir köylü Ahmet Celâl’in bakımıyla ilgilenir. Ahmet Celâl’in odasında resim ve heykel olduÄŸu için korkar, odaya adımını dahi atmaz. Mehmet Ali’nin kardeÅŸi İsmail ile Emine evlenirler. Ahmet Celâl, buna bir anlam veremez, ancak içten içe de kahrolur. Delicesine sevdiÄŸi Emine’yi, İsmail gibi birine kaptırmış olmayı kolay kabullenemez.
     Ahmet Celâl gazetelerden, düşmanın büyük bir taarruza baÅŸladığını öğrenir. Düşmanın köye girmesi an meselesidir artık. Ahmet Celâl için tedirgin bir bekleyiÅŸ baÅŸlar. ÇoÄŸu gece kâbuslar görür. Düşman uçakları geçer. Halife ve padiÅŸahla birlikte olduklarını, yakında geleceklerini, Mustafa Kemal’in çetelerine karşı koruyacaklarına dair kâğıtlar atarlar. Köylüler bu kâğıtlarda yazanları okuyunca sevinçten gözleri parlar. Çözülen cephelerden kaçan halk bölük pörçük, darmadağınık bir halde köyden geçer. Gördüğü bu hazin manzara karşısında Ahmet Celâl’in canı sıkılır, ancak Türk ordusuna güvenmektedir. Ordu ne kadar geriye çekilirse çekilsin, gün gelecek, düşmanı püskürtecektir.
     TBMM kurulmuÅŸ ve meclis, Mustafa Kemal’i baÅŸkumandan olarak seçmiÅŸtir. Bir topçu birliÄŸi köyden geçer. Ahmet Celâl, subaylarla sohbet eder. Türk ordusunun birkaç ay içinde büyük bir taarruza geçeceÄŸini öğrenir. Subayların sözleri, Ahmet Celâl’in yüreÄŸine su serper. Köylülerin vatandan, düşman tehlikesinden, savaÅŸtan habersiz bir ÅŸekilde yaÅŸam sürmelerinden kahırlanırlar. Subaylar gidince Ahmet Celâl kendisini yine yalnız hisseder.
     Bir gün köyden başı sonu belli olmayan, üstü başı periÅŸan askerler geçer. Bu askerlerin başında, ÅŸehit düştüğü sanılan, Emine’nin babası Åžerif vardır. On yıllık bir aradan sonra köyüne dönmüştür Emine’nin babası. Åžerif ÇavuÅŸ, cephe cephe dolaÅŸmasını, esir düşmesini, açlığı, sefaleti anlatır. Emine babasına kavuÅŸur. Emine’yi görünce Ahmet Celâl’in içindeki duygular yeniden canlanmaya baÅŸlar. Emine’nin hareketlerinden kocası İsmail’i sevmediÄŸini anlar. Ahmet Celâl, Emine’yi göz hapsine alır. Ahmet Celâl’in kendisiyle ilgilenmesi Emine’nin hoÅŸuna gider. Åžerif ÇavuÅŸ, annesini görmeye gider, bir daha da dönmez. Askerler, Åžerif ÇavuÅŸ olmadan yollarına devam ederler. Ahmet Celâl, düşman Anadolu’nun içine kadar gelmiÅŸken askerlikten kaçmayı onursuz bir davranış olarak görür, sinirlenir.
     Top sesleri köyden duyulmaya baÅŸlar. Düşman uçaklarının geçtiÄŸi görülür. Köylüler, düşman uçaklarının geçmesini âdeta bir oyun gibi keyifle izlerler. Atılan kâğıtlarda düşmanın halife tarafından görevlendirildiÄŸini, Mustafa Kemal’in çetelerinin mahvedildiÄŸi, halkı kurtarmaya geldikleri yazılıdır. Ahmet Celâl, köylülerin cahilliÄŸi karşısında kahrolur. Yıllarca türlü cephelerde savaÅŸmış Bekir ÇavuÅŸ, düşmanın kızdırıldığını, Ahmet Celâl’in de onlardan, yani Mustafa Kemal’in çetelerinden olduÄŸunu söyler.
     Nihayet bir sabah Yunan askerleri köye girer. Köylüler korkularından evlerine saklanır, ne yapacaklarını bilmez bir halde bekleÅŸirler. Düşman askerlerinin ortalıkta kimseyi göremeyince geçip gideceklerini zannederler. Düşman askerleri köyü iÅŸgal eder. Komutanların her biri bir eve yerleÅŸir. Köylüden et, ekmek, arpa, ÅŸeker alırlar. Karşılık olarak da ellerine hiçbir iÅŸe yaramayacak kâğıtlar verirler. Askerler, Ahmet Celâl’in kaldığı evi ararlar; silâhını bulurlar, eÅŸyalarını süngüleriyle delik deÅŸik ederler. Komutanlar, bir subay olduÄŸu için Ahmet Celâl’i çağırtıp sorguya çekerler. Bir subayın böyle bir köyde ne iÅŸi olduÄŸunu anlamaya çalışırlar. Onu göz hapsinde tutarlar, kimseyle görüştürmezler, onun evden çıkmasına izin vermezler. Bu arada Ahmet Celâl fırsat buldukça, gece yarısı başına dikilen er uyuduktan sonra, yatağın içinde, karanlıkta günlüğünü yazmaya devam eder. Düşman askerleri köy halkını sömürür; Emeti Kadın’ın yumurtaları, Çoban Hasan’ın koyunları, Salih AÄŸa’nın saman ve arpaları… Düşman askerleri kadınlara sarkıntılık ederler. İstediklerini vermeyenleri döverler.
     Düşman askerleri bir sabah ansızın köyü terk ederler. Salih AÄŸa ile İmam onlara yol gösterirler. Ahmet Celâl ile Salih AÄŸa önce tartışır, sonra da kavga ederler. Bir ara Ahmet Celâl, Emine’nin kendisine baktığını görür ve yumuÅŸar. Emine’nin içten bakışları Ahmet Celâl’e cesaret verir. Tenha bir yerde konuÅŸurlar. Ahmet Celâl, Emine’nin İsmail’le mutlu olmadığını anlar. Emine, duygularını açıkça dile getiremez, ancak konuÅŸma tarzı, bakışı, hareketleri, içindeki sevdayı dışa vurur. Ahmet Celâl bu kez duygularını dile getirir. Köylüler düşman askerlerini çok çabuk unuturlar, kısa sürede eski yaÅŸamlarına geri dönerler. Askerler silâhını alınca Ahmet Celâl’in köylü üzerindeki gücü, etkisi azalır. Ahmet Celâl, köyün çobanıyla birlikte hiçbir ÅŸey düşünmeden günlerce daÄŸ tepe dolaşır. Yine yalnızdır.
     Ahmet Celâl, Çoban Hasan’la birlikte gittiÄŸi kır gezintilerinden döndüğü bir akÅŸam, köyün düşman askerleriyle dolduÄŸunu görür. Fakat bu kez gördüğü manzara öncekinden farklıdır. Düşman askerlerinin hali periÅŸandır; üst baÅŸları toz içinde, sakalları uzamış, yüzleri paslı bakıra dönmüştür. Ahmet Celâl’in içini büyük bir sevinç kaplar. Askerlerin görüntüsü, Türk ordusunun düşmanı bozguna uÄŸrattığının bir göstergesidir. Askerler Çoban Hasan’ı öldüresiye döverler, sürüsünü de talan ederler. Ahmet Celâl, Hasan’ın yaralarını temizler. Askerler, Ahmet Celâl’in evine zorla girer, evin altını üstüne getirirler. Küçük Hasan’ın üzerinde yattığı çarÅŸafı sertçe çekerler. Küçük Hasan’ın cansız bedeni yere düşer. Emeti Kadın ağıt yakar, askerler telaÅŸlanır, dışarı çıkarlar.
     Düşman askerleri evleri yakmaya baÅŸlar; etrafı duman, yanık kokusu kaplar. Ahmet Celâl evine koÅŸar, günlüğünü alır, gömleÄŸinin içine koyar. Birkaç güne kadar Türk askerlerinin köye geleceÄŸini, askerlerden birinin defterini bulacağını düşünür. Defteri okuyacak olanlardan bir isteÄŸi vardır: Köylüyü suçlamamaları. Ahmet Celâl’e göre köylünün bu kadar cahil kalmasında Türk aydını suçludur. Türk aydını, köylüsünü bu çorak tabiatla baÅŸ baÅŸa bırakmış, unutmuÅŸtur, bu insanlarla hiç ilgilenmemiÅŸtir.
     Askerler köylüleri meydana toplarlar. Evleri birer birer yakarlar. Köylülere tekme yumruk saldırırlar, her türlü rezilliÄŸi yaparlar. Ahmet Celâl, askerlerin kaba davranışlarını, taÅŸkınlıklarını komutanlarına ÅŸikâyet eder, fakat bir sonuç alamaz. Ahmet Celâl’in evini de yakarlar. Kalabalığın içinde Ahmet Celâl ile Emine bakışırlar. Emine’nin bakışları Ahmet Celâl’e cesaret verir. Ahmet Celâl, düşman askerlerinin her ÅŸeyi yakıp yıktıktan sonra, genç kız ve kadınlara tecavüz etmelerinden korkar. Askerler, köylüleri yakmakla tehdit eder. Korkudan birbirine kenetlenmiÅŸ genç kızları kalabalığın içinden birer ikiÅŸer çekip götürüler. Zorla götürülen kadınların feryatları yürekleri daÄŸlar. Ahmet Celâl, Emine’yi alıp kaçırmayı düşünür. Karanlıktan faydalanarak sürünmeye baÅŸlar. Emine ile birlikte mezarlığa doÄŸru sürünürler.
     Emine sol kalçasından vurulur, bir kurÅŸun da Ahmet Celâl’in böğrünü sıyırmıştır. Emine’nin kana bulanmış, topraklı, sert elleri Ahmet Celâl’in göğsünde dolanır. Bu dokunuÅŸlar Ahmet Celâl’e büyük bir zevk ve mutluluk verir. Köyde geçirdiÄŸi iki üç yıllık sürede yaÅŸadığı tüm sıkıntılar, öfkeler, tiksintiler bir anda yok olur. Başını Emine’nin dizlerine koyar. Öte yanda düşman askerlerinin yaptığı katliamların gürültüleri, çığlıkları duyulur.
     Biraz uyuyup sabahleyin yola koyulmaya karar verirler. Sabah olur, ancak Emine sol bacağını oynatamaz. Ahmet Celâl, defterine son satırları yazar ve günlüğünü Emine’ye teslim eder. Yalnız başına, yaralı bir halde uzaklara yürür.
Ana Fikir:  Aydın-halk çatışması.
Yazarın diÄŸer eserleri: Kiralık Konak, Nur Baba, Hüküm Gecesi, Yaban, Ankara, Zoraki Diplomat, Panoroma
Eser hakkında ÅŸahsi görüşler: Ãœslup zaman zaman akıcı veya sıkıcı olmaktadır. Cumhuriyetin ilk yıllarında aydınların halka bakış açısını merak edenler için okunmaya deÄŸer bir eserdir.

Yakup Kadri KaraosmanoÄŸlu

Türk romancı ve yazar. Romanlarında Türk toplumunun Tanzimat'tan bu yana çeşitli dönemlerdeki toplumsal gerçekliğini sergilemiştir. 27 Mart 1889'da Kahire'de doğdu. 13 Aralık 1974'te Ankara'da öldü. İlköğrenimine ailesiyle birlikte gittiği Manisa'da başladı. 1903'te İzmir İdadisi'ne girdi. Babasının ölümünden sonra annesiyle yine Mısır'a döndü öğrenimini İskenderiye'deki bir Fransız okulunda tamamladı. 1908'de başladığı İstanbul Hukuk Mektebi'ni bitirmedi. 1909'da arkadaşı Şehabettin Süleyman aracılığıyla Fecr-i Âti topluluğuna katıldı. 1916'da tedavi olmak için gittiği İsviçre'de üç yıl kadar kaldı. Mütareke yıllarında İkdam gazetesindeki yazılarıyla Kurtuluş Savaşı'nı destekledi. 1921'de Ankara'ya çağrıldı ve bazı görevler verildi. 1923'te Mardin1931'de Manisa milletvekili oldu. Bir yandan da gazeteciliğini ve roman yazarlığını sürdürdü. 1932'de Vedat Nedim Tör Şevket Süreyya Aydemir Burhan Asaf Belge ve İsmail Hüsrev Tökin ile birlikte Kadro dergisinin kurucuları arasında yer aldı. Savunduğu bazı görüşler aşırı bulunduğu için Kadro dergisinin 1934'te yayımına son vermek zorunda kalmasından sonra Tiran elçiliğine atandı. Daha sonra 1935'te Prag 1939'da La Haye 1942'de Bern 1949'da Tahran ve 1951'de yine Bern elçiliklerine getirildi. 27 Mayıs 1960'tan sonra Kurucu Meclis üyeliğine seçildi. Siyasal yaşamının son görevi 1961-1965 arasındaki Manisa milletvekilliği oldu. Karaosmanoğlu yazarlığa Ümit Servet-i Fünun Resimli Kitap gibi dergilerde başladı. Fecr-i Âticiler'in "sanat şahsî ve muhteremdir" görüşünü paylaştığı ve "sanat için sanat" yaptığı bu ilk döneminde Nirvana adlı bir oyun makaleler denemeler düzyazı şiirler ve öyküler yazdı. Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı sırasında ülkenin durumu sanat anlayışını değiştirmesine yol açtı. Türk toplumunun çeşitli dönemlerdeki gerçekliğini sergilemek istediği için bir ikisi dışında yapıtlarında belli tarihsel dönemleri ele aldı. Kiralık Konak I. Dünya Savaşı öncesinin Hüküm Gecesi II. Meşrutiyet'in Sodom ve Gomore Mütareke döneminin Yaban Kurtuluş Savaşı yıllarının Ankara Cumhuriyet'in ilk on yılının Bir Sürgün II. Abdülhamid döneminin işlendiği romanlardır. Panorama 1923-1952 yıllarını kapsar. Karaosmanoğlu 1920'lerden sonra iyimser bir devrimci görünümündeyken sonra umutlarını yitirerek romancılığını devrimci yönde kullanmaktan vazgeçmiştir. 1955'ten sonra da anı kitaplarından başka bir şey yazmamıştır. Romanları arasında en önemli ve ünlüleri Nur Baba Kiralık Konak ve Yaban'dır. Nur Baba Karaosmanoğlu'nun ilk romanıdır. 1922'de kitap olarak çıkmadan önce gazetede yayımlanmıştır. Ama yazılışı ondan sekiz dokuz yıl öncesine gider. O yıllar Karaosmanoğlu'nun Eski Yunan ve Latin edebiyatıyla ilgilendiği ve Çamlıca'daki bir Bektaşi tekkesine devam ettiği dönemdir. Nur Baba'yı Euripides'in Bakkhalar'ından esinlenerek ve tekkedeki gözlemlerine dayanarak yazmıştır. Roman tekkenin şeyhiyle evli bir kadın arasındaki tutkulu bir aşkın öyküsünü anlatır. İçki müzik ve sevişmeyle sabahlara değin süren ayinler Bektaşi töreleri ve tekke yaşamı kitapta büyük yer tutar. Bu ayinlerle Bakkhalar'in ayinleri arasında benzerlik bulan Karaosmanoğlu romanın kadın kahramanı Nigâr'da cinsel aşktan mistik bir aşka geçişi göstermek istemiştir. Ancak okur için romanın ilginç yönü Bektaşilik'e ilişkin bilgiler olmuş ve bu yönüyapıtın çok satılmasını sağladığı gibi Karaosmanoğlu'nun ününü de yaygınlaştırmıştır. Ancak Karaosmanoğlu Bektaşilik'in sırlarını açıklamak ve üstelik Bektaşilik'i küçük düşürmekle suçlandığı için romanın ilk ve ikinci baskılarına yazdığı "izah"larla bu suçlamalara karşı kendini savunmak gereğini duymuştur. Bireyci sanattan vazgeçtikten sonra yazdığı ilk roman olan Kiralık Konak'ta Karaosmanoğlu II. Meşrutiyet yıllarında Batılılaşma hareketinin yol açtığı değer kargaşasını geleneklerden ve eski yaşam biçiminden ayrılışı ve kuşaklar arasındaki kopukluğu sergiler. Romanda yazar adına konuşan Hakkı Celis başlangıçta yurt sorunlarına karşı ilgisiz âşıkiçli bir şairken sonradan bilinçlenerek değişir bireyin değil toplumun önemli olduğunu anlar ve "milli ideal" denen bir sevdaya tutulur. Bu ideal geleceğin Türkiye'si ve ulusudur. Karaosmanoğlu romanın öbür kişilerini ve dolayısıyla toplumu bu yeni bilince ulaşmış Hakkı Celis'in gözleriyle değerlendirir ve yargılar. Ona göre geleceğin Türkiye'sinde ne geçmişin Osmanlı'sının ne Batı hayranlarının ne de yurt sorunlarından habersiz yalnızca sanata tapan bireyci aydınların yeri vardır. Romanın baş kişileri gerçi belli tiplere örnek olarak sunulmuşlardır ama Karaosmanoğlu bunları çok yönlü bireyler olarak yaşatmayı amaçlar. 1942'de CHP Roman Armağanı'nda ikinciliği kazanmış olan Yaban Karaosmanoğlu'nun en başarılı romanı sayılır. Anadolu köylüsünün gerçeklerini dile getirdiği ve Türk aydını ile köylüsü arasındaki uçurumu gözler önüne serdiği için övülmüştür. Ancak bazı eleştirmenler de Karaosmanoğlu'nu köylüye tepeden bakmak ve onu hor görmekle suçlamışlardır. Kiralık Konak ile Sodom ve Gomore'de Osmanlı düşüncesini sürdürenlerle Batı hayranı alafranga sınıfın toplumdaki çürüyen organlar olarak nitelenmeleri gibi Yaban'da da gerici Anadolu köylüsü yoz bir sınıf olarak sunulur. Yeni ulusu yaratmak görevi de vatanı kurtaracak olan aydınlara düşmektedir. Yaban hem Anadolu'yu ve köylüyü konu edinen ilk önemli roman olmasıyla hem de çirkin bir gerçekliği şiirsel bir üslupla dile getirmedeki başarısıyla Türk roman tarihinde saygın bir yere sahiptir. Karaosmanoğlu toplumsal sorunlara belli bir siyasal açıdan eğilmiş bir romancı olmakla birlikte bu sorunlara yaklaşımını elden geldiğince sanatsal bir düzeyde tutmaya çalışmıştır. Ona karşı yapılan eleştiriler daha çok romanlarının içeriğine ve bazen de diline yönelik olmuştur. Ruhsal çözümlemede karakter yaratmada ve ele aldığı dönemin toplumsal gerçekliğini yansıtmadaki başarısı övgüyle karşılanmıştır.

Bumerang - Yazarkafe
Bumerang - Yazarkafe